2 Temmuz 2012 Pazartesi

Peynir Tasarımdan Daha Değerlidir...


Geçenlerde Ostim Sanayi Bölgesinde gıda üzerine toptancılık yapan bir arkadaşımın yerine gittim. Bülent... İlkokuldan arkadaşız, mahalleden arkadaşız kısacası eski arkadaşız. O ticaret okudu, ben de sanat. Her neyse uzun zaman olmuş. Epeyce sohpet ettik, şakalaştık, birbirimizle dalga geçtik, siyaset, ülke gerçekleri, işten, güçten söz ettik. Duyunca grafik tasarımcı olduğumu "neler yapabiliz dostum benim bu mağaza için" dedi. Ben de doğal olarak öncelikle kurumsal kimliğin öneminden söz ettim. Görsel kimliğin ne olduğunu anlattım. İlk işe başlarken ablasının bulduğu fikirden hareketle, eniştesinin süslediği ve kardeşinin çizimini yaptığı ve matbaanın çırağının Corel'de sonuçlandırdığı şu anki logosunun bir felaket olduğunu söyledim. Logo hakkıdaki düşüncelerim -belli etmemeye çalıştıysa da- hiç hoşuna gitmedi. Bu logodan 2 afiş, bir basın reklamı ayrıca bir de yıllık faliyet raporu çıkarabileceği üzerine de bir geyik yaptıktan sonra yeni bir logo ile işe başlayacağımızı sonra tüm antetli grubunu değiştireceğimizi ardından tabela ve araç üstü grafiklerini yenileyeceğimizi anlattım. Sürece bayıldı. Ayrıca yerel bir TV kanalında göstermek için reklam istedi. İstediğinin reklam değil tanıtım filmi olduğunu anlattım. İkna olmadı ama olmuş gibi yaptı. Çok heyecanlandık işi ilerlettik... En son dükkanın ön tarafına bir şovrum (perakende satış bölümü) bile yapacaktık, kurumsal renkler içinde, gelen müşteriler peynir, zeytin, allah ne verdiyse tadacaklar falan filan... En son maliyeti hesaplıyoruz, matbaayı aradım Uğur Ağbiyi, afişler, dön kartlar, bilbordlar, sitikırlar, antetliler... Murat'ı aradım çekim, seslendirme, müzik, stüdyo falan... Hakan'ı aradım tadilat, dekorasyon... Yarım saat kırkbeş dakika sonra üç aşağı beş yukarı fiyalar geldi. Ben içimden diyorum "iptal olur bu iş", Bülent düşünmedi bile "eyvallah abi" dedi... "olur bu iş".

Plağın çizildi an :) "Dostum, tüm bunların tasarımı için ben de şu kadar alırım" dedim. Bülent'ten gelen yanıt şu; "Yuh artık benden para mı alacaksın bunlar için"... ... ... Hiç ses etmedim. "Eyvallah" dedim dışımdan, "doğru ya çocukluk arkadaşıyız, küçük bir hediyem olsun" dedim içimden.

Her neyse kakara kikiri derken "dur sana mağazayı gezdireyim" dedi. Geçtik camekan kapıdan, girdik mağazaya. Teneke teneke peynirler, tekerlek kaşarlar Kars, Erzincan falan, zeytin, helva, kuru bakliyat ne ararsan, sucuk, salam, pastırma enfes, bal, reçel, organik ürünler... Ama yok yok. "Hakikaten" dedim "dotum süper..." Hemen ben de tatdığım herşeyin tadı damağımdayken başladım ürünlerden seçmeye. Küçük bir teker Kars kaşarı, küçük bir teneke Edirne peyniri, bir çerçeve Erzurum balı, bir sele Gemlik zeytini, bir kilo Tonya tereyağı, Trakya ayçiçek yağı, birkaç kangal Afyon sucuğu, biraz Kayseri pastıması, pirinç, makarna daha birkaç başka şey daha... "Hazırlayın oğlum hocanın şiparişlerini" dedi, geçtik yazıhaneye tekrar.

Neyse ben hazırlanıyorum, artık kalkacağım, gözlüğüm, anahtarlar, telefon toparlandım. "Dostum bana müsade" derken baktım parmaklar hesap makinesinde hızla çalışıyor, "dur iki dakika" dedi. Ayakta kaldım ama hemen bitirdi hesabını, bir koçan aldı masanın ön tarafından, sayfalar arasında karbonun yerini değiştirdi ve hızla yazdı. Ayağa kalktı elime tutuşturdu. "Gökhan'ım acelesi yok ne zaman uygun olursan o zaman ödersin" dedi. Baktım ki az önce aldıklarımı fatura etmiş. Bastım kahkahayı, arkasından "yuh be kardeşim bunlar için benden para mı alacaksın" dedim. "Valla geliş fiyatına verdim 5 kuruş kârım yok" dedi! Bastım tekrar kahkahayı... "Az önce ben de tasarım için aklıma geliş fiyatına vermiştim sana o fiyatı. Ne oldu şimdi senin peynir kadar değeri yok mu beni fikirlerimin" dedim, ödedim ve çıktım. Bir daha ne aradı ne de sordu beni.

Tabii ki şaka yapıyorum. Anlattıklarım sadece kurmaca.

Fakat üzgünüm ki biraz gerçeklik payı var... Eğer biz tasarımla hayatını kazananlar peynirin geliş fiyatını biliyorsak, tasarımın da bir akla geliş fiyatı olduğunu unutmamalıyız. Herkese o değerli fikrimizi öyle kolay kolay hediye etmemeliyiz. En azından "Aklımıza Geliş Fiyatına" vermeliyiz. Karşımızdaki en yakın arkadaşımız bile olsa...

Gökhan Okur, Lefkoşa, 2012.